Eskiden internete girilir “surf” (gezinti) yapılırdı. Sonra facebook girdi hayatımıza. Hemen hemen kullanmayan yok gibi. Derken Twitter ve son moda İnstagram da hayatımızın, evlerimizin tam ortasına konuşlanmış durumda.
Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri kaybettiğimiz değerlerin başında mahremiyet çizgimiz geliyor. Her şeyimizi, hayatımızın her anını sosyal medyada, tanıdık tanımadık herkesle paylaşır hale geldik.
Eskiden köşe bucak saklanan aile albümleri vardı. Herkese gösterilmezdi, çünkü bizim özelimizdi o albümün içindeki fotoğraflar. Oysa şimdi herkes ailesiyle, arkadaşlarıyla, eşiyle dostuyla çekilen o özel fotoğrafları hiç vakit kaybetmeden sosyal medya aracılığıyla tüm dünyayla paylaşabiliyor. Üstelik bunu yaparken evinin görünmesini de ihmal etmiyor.
Garip durumlardan birisi de, kurulan sofraların fotoğraflarının paylaşılması. Neredeyse her vakit!
Kahvaltı sofrası, ikindi çayı, akşam yemeği derken; nerede, ne zaman, kiminle neler yenmiş, içilmiş hepsi afişe ediliyor.
Eskiler sohbet esnasında, bir zaruret olup da yemekte ne yediklerini söylemeleri gerekirse; “Ayıptır söylemesi,” diyerek bahsederlerdi. Ne yiyip içtiğini söylemek görgüsüzlük addedilirdi. Bilhassa günümüzde herkesin, görüntüsü kusursuz gibi görünen o sofraları kuramadığı gerçeği göz ardı edilmemeli sanırım.
Araştırmacılar önemli bir gerçeğin altını çiziyor. “Sosyal medya mutsuzluğa sebebiyet verebilir” diye. Nasıl mı?
Herkes en mutlu ve en neşeli anların fotoğraflarını paylaşıyor. Gezideyken, tatildeyken, sevdikleriyle beraberken, şık bir restorandayken… Böylece paylaşımcılar farkında olmadan “Ben hep mutluyum, hep geziyorum, hiçbir problemim sıkıntım yok,” algısının oluşmasına sebep oluyor.
Niyet tam olarak bu olmasa da, takipçiler psikolojik olarak böyle algılayabiliyor. Ve bunu takiben; “Ben neden gezemiyorum?” “Ben neden tatile gidemiyorum?” “Neden benim evim öyle güzel değil?” vs. psikolojisine kapılarak kendini mutsuz ve yetersiz hissedebiliyor. Bunun depresyona varan boyutları var maalesef.
Nazar-ı celb de ayrı bir konu tabi. Nazarın anlamı şudur; “Belli kimselerde bulunduğuna inanılan, insanlara özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala, mülke, hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcı ve öldürücü güç, göz.”
Allah’tan başka hiç kimse kalplerden geçeni bilemez. Hal böyleyken sosyal medyada paylaştıklarımıza kimlerin hangi gözle, hangi niyetle baktığını nereden bilebiliriz?
Çözüm: İradeli Kullanım
İnternet kullanımı müthiş bir hızla ilerliyor. Her gün hayatımıza internete dair bir yenilik daha giriyor. Sanırım bu baş döndürücü hız karşısında farkındalığı artırmak, sosyal medyanın esiri olmamak gerekiyor. Unutulmaması gereken önemli bir konu da şudur: “İnternet başında harcanan saatler zamanımızın büyük bir çoğunluğunu elimizden alıyor.”
Hayatımızın her anının hesabını vermek zorundayız Rabbimize. O zaman gelin sosyal medyayı niçin ve ne sıklıkta kullanıyoruz, paylaştıklarımız ne kadar doğru, bir kez daha düşünelim. Bizim için, zamanımız için değmez mi?
Teknolojinin getirdiği yararlar elbette göz ardı edilemez. İnsanlar arası iletişimi hızlandırması, ticari ve kültürel alışverişin sağlanması, istenilen bilgeye an itibari ile ulaşılabilmesi gibi birçok faydası var elbette. Ama faydalı işler için, gerektiği kadar kullanmak; lüzumundan fazla zaman harcamamak, başka şeylerin yerine koymamak gerekiyor.
Burada da devreye irade giriyor. İnsan cüz-i iradeye sahiptir. Teknolojiyi fayda içinde kullanabilir, zarar içinde. Kimi ilim öğrenmek için, bilgi alışverişi için kullanır interneti, kimi de maneviyatını zedeleyecek, şuur altı müktesebatını kirletecek şekilde kullanır. Bu iki yoldan hangisinde gideceği, kişinin iradeli olmasına bakar. Bu yüzden temkinli olmak ve dikkatli kullanmak gerekir interneti.
Örneğin sosyal medyada ikili ilişkilerde karşı tarafı aldatmak çok kolay.
Kişinin internette alacağı e-posta adresi veya kullanıcı adları isteğe bağlı olduğundan kendisini istediği şekilde ve kimlikte tanıtarak karşı tarafı çok kolay bir şekilde etkileyerek kandırabilir. Hatta bu yolla tanışıp, birbirilerini yeteri kadar tanımadığı halde evlilik kararı alan gençler daha sonra verilen sözlerin, vaatlerin tutulmamasından kaynaklanan bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bu da geriye kalan bütün hayatlarını etkiliyor.
Bu nokta da ailelerin çok dikkatli olması ve interneti çocuklarına mutlaka kontrollü bir şekilde kullandırmaları gerekir. Hangi siteleri, hangi amaçla ziyaret ettiklerini bilmeleri çok önemli.
Belki de bunun en önemli çözümü çocukları, gençleri daha başından itibaren internetten uzak tutmaktır. Bu da çocukların ve gençlerin enerjisini, yeteneklerini ilgili oldukları alanlara yöneltmekle mümkün olabilir. Yani boş kalmamalılar, bir hedefleri, gayeleri olmalı.
Unutmayalım kâinat boşluk kabul etmez; gençlerimizin, çocuklarımızın varsa boşlukları, yerini kötü bir şey doldurmadan biz güzel şeylerle doldurmaya bakalım. Bundan dolayı onlarla iletişimi olabildiğince sıkı tutmalı, ipleri koparmamalıyız.
İnternet Yalnızlaştırıyor
Bilgisayarları açınca kapıları kapattık. Ailemizle, akrabalarımızla olan bağımız zayıfladı. Vaktimizin çoğunu bilgisayarın başında geçiriyoruz çünkü.
Bir aile düşünelim; biri laptopun başında, birinin elinde tablet, diğerinde telefon. Herkes bir köşeye çekilmiş sanal âlemin esiri olmuş. Böylece hayatlarımız da sanallaşıyor, birbirimizden bihaber yaşıyoruz. Başkalarının üzüntülerini, sevinçlerini internetten takip ederken, kendi ailemizin, çevremizin duygularından habersiz yaşıyoruz.
Bu durum ayrıca yalnızlaştırıyor bizi. Sanal âlemde bir dünya arkadaş ediniyoruz ama gerçekte, herkesten yavaş yavaş uzaklaşıyoruz.
Teknolojiyi yapan insan, teknolojinin kölesi olmamalı. İnternete zaman harcayan her insan az veya çok düşünmelidir bu durumu. Elinde sürekli telefon, masanın başında sürekli açık duran bilgisayardan ruhumuza sızan internet bizi bağımlı hale getirmemelidir.
Bu noktada insan kendisini sürekli sorgulamalı ve teknolojiyi ne amaçla kullandığının bilincinde olmalıdır. Eğer amacımız fayda yönünde değilse ve yavaş yavaş kendimizden bile uzaklaşıyorsak sosyal medya karşısında, durum pek iç açıcı değil demektir.
Unutmamalı ki sosyal medya bağımlısı olmak aynı zamanda tembelleştirir ve üretkenliği azaltır. Yaratılış gayemizi unutmadan yaşamalıyız her anımızı.
Bizler kulluk için geldik dünyaya. Bilgisayarın başında onca vakit heba olurken; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât / 56) ayeti celilesinin hakkını ne kadar veriyoruz dersiniz?
Zeynep Yeter Arslan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo