Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Hiç şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara; 153)
İbn-i Abbas (R.A) şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hz. Peygamber (S.A.V) :"Bana bak yavrucuğum, sana Allah'tan faydalanmana vesile olacak bir kaç cümle öğreteyim mi?" buyurdu. Ben: "Tabi, ya Resulullah!" deyince, Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: "Allah'ı gözet ki, O da seni gözetsin. Allah'ı an ki O'nu yanı başında bulasın. Rahatlık ve genişlik günlerinde Allah'ı tanı ki O da sıkıntılı günlerinde seni hatırlasın. Bir şey isterken Allah'tan iste, yardım dilerken sadece Allah'tan dile.
Çünkü olacak şeyler hakkında Allah'ın kaderi (yazısı) kesinleşmiştir. Eğer bütün insanlar, Allah-u Zülcelal'in senin hakkında takdir etmemiş olduğu bir konuda sana yararlı olmak isteseler, o işi yapamazlar. Buna karşılık bütün insanlar, Allah'ın alnına yazmamış olduğu bir zararı sana ulaştırmak isteseler bunu başaramazlar. Hoşuna gitmeyen bir olay karşısında sabretmek senin hakkında çok hayırlıdır. Sabrın sonu zafer, sıkıntının sonu ferahlık ve zorluğun arkası kolaylıktır." (Tirmizi)
Hz. Ali (R.A) şöyle demiştir: "Ey insanlar, size söyleyeceğim şu beş şeyi öğrenip tutunuz. Başka bir deyimle size söyliyeceğim şu iki tane iki ve bir şeyi öğrenip tutunuz:
"Hiç biriniz işlediği günahlardan başka bir şeyden korkmasın. Hiç biriniz Rabbinden başka kimseden bir şey ummasın. Hiç biriniz bilmediğiniz bir şeyi öğrenmekten utanmasın. Hiç biriniz kendisine bilmediği bir şey sorulunca, bilmiyorum demekten utanmasın.Bilesiniz ki vücutta baş ne ise, işler ve olaylar karşısında sabır odur. Başsız kalan vücut nasıl dengesini yitirirse, sabırsız olarak ele alınan işler ve olaylar da, öyle ters ve karmaşık olur."
Hz. Ali (R.A) sözlerine devam ederek: "Gerçek âlim ve gerçek mü'min kimdir, size söyliyeyim mi?" dedi. Dinleyicilerin: "Buyur ya emirü'l-mü'minin!" demeleri üzerine sözlerine şöyle devam etti: "Gerçek alim, insanları Allah'ın lütfundan ümitsiz yapmayandır. Gerçek âlim Hakka karşı günah işlemeyi, halka şirin göstermeyendir. Gerçek mü'min, kıyamet günü Allah'ın kesin hükmü belli olmadıkça, ne Allah'a bağlı arifleri cennetlik ve ne de günahkâr asileri cehenemlik ilan etmeyen kimsedir. Bu ümmetin en hayırlısı bile Allah'ın azabından asla emin olmamalıdır. Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Hüsrana uğrayanlardan başka hiç kimse, Allah'ın sillesinden emin olamaz." (A’raf; 99)
Buna karşılık bu ümmetin en kötüsü bile, Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmamalıdır. Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Kafirlerden başka hiç kimse, Allah'ın rahmetinden ümit kesmez." (Yusuf: 87)
Yezid-i Rakkaşi şöyle demiştir: "Kul kabire girince kılmış olduğu namazlar sağına, vermiş olduğu sadakalar soluna dikilir. Yapmış olduğu iyilikler onu gölgesi altına alırken, sabır; ona göğüs gererek, diğer korucularına: "Eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok, eğer koruyama-yacaksanız çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım, der." Bu rivayetler gösteriyor ki sabır amellerin en üstünüdür.
Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Ancak sabredenlere hesapsız bir şekilde mükafat ve sevap verilir." (Zümer; 10)
Bela ve musibetlere sabretmek, tahammül göstermekte Allah-u Zülcelal'in yanında çok makbuldür. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nevinden her ne ulaşır ise günahlarına bir keffâret olur. Musibet, beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez." (Müslim)
Vehb bin Münebbih şöyle demiştir: "Havarilerden birinin elindeki kitaptan şöyle yazılı idi: Eğer önünde bir bela yolu açıldı ise buna sevin. Çünkü Peygamberlerin ve Salihlerin yoluna koyuldun demektir. Buna karşılık eğer önünde bir rahatlık yolu açılmış ise buna ağla. Çünkü Peygamberlerin ve salihlerin yolundan ayrıldın demektir." Habbab bin Eret (R.A) şöyle demiştir: "(İslam'ın ilk günlerinde) Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kabe'nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikayet ederek: "Ya Resulullah Bizim için Allah'tan zafer dileyemez misin? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah'a dua edemez misin?" dedik.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır. O kişi bu çukura (başı dışarıda bırakarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı testereyle kesilerek ikiye bölünürdü de, (bu işkence) o mü'mini dininden döndüremezdi. Allah'a yemin ederim ki, şu İslam Dini'ni muhakkak surette kemale erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari yalnız başına Sana'dan Hadramevt'e kadar selametle gidecek. Allah'tan başka hiçbirşeyden korkmayacak. Yahud koyun sahibi yolcu sadece koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz." (Buhari, Ebu Davud)
Enes bin Malik (R.A)'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (S.A.V) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü dünyanın en mutlu insanı Allah'ın huzuruna getirilir. Bir anlığına cehenneme sokulduktan sonra, kömür gibi yanıp kararmış olarak; oradan çıkarıldıktan sonra kendisine: "Oraya atılmadan önce hiç mutluluk gördün mü?" diye sorulur. Adam bu soruya: "Hayır, yaratıldığımdan beri bu belayı çekiyorum ya Rabbi!" diye cevap verir. Buna karşılık en çileli insan huzura getirilir. Bir anlığına cennete konulduktan sonra, ayın ondördü gibi parlak bir çehre ile oradan çıkarıldıktan sonra kendisine: "Oraya girmeden önce hiç sıkıntı çektin mi?" diye sorulur ve adam bu soruya: "Hayır, yaratıldığımdan beri hep bu sefa içindeyim ya Rabbi!" diye cevap verir." (Müslim)
İbn-i Abbas (R.A)'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (S.A.V) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Cennete ilk çağırılacak olanlar, her halükarda Allah-u Zülcelal'e hamdedenlerdir." (Suyuti)
Ayrıca mü'min, Hz. Peygamber (S.A.V) 'i kendisine örnek almalı ve onun eziyetlere karşı nasıl sabrettiğine bakmalıdır. Nitekim bu konuda İbn-i Mes'ud radıyallahu anh şu olayı anlatmıştır: "Bir defasında Hz. Peygamber (S.A.V) , Kabe'nin yanında namaz kılıyordu, o sırada Ebu Cehil ve adamları orada oturuyordu. Bir gün önce orada bir deve kesilmişti. Ebu Cehil ve arkadaşları: "Hanginiz şu deve işkembesini kaldırır ve Muhammed secdeye varınca onu ensesine atıverir." dedi. Ebu Cehil'in bu sözleri üzerine, en kötüleri yerinden sıçradı ve Hz. Peygamber (S.A.V) secdeye varınca, devenin işkembesini boynuna atıverdi.
Arkasından hep birlikte kahkaha ile güldüler. O sırada ben ayakta duruyor ve olup bitenleri seyrediyordum; keşke cesaretim olsa da işkembeyi onun üzerinden atabilsem, dedim. Hz. Peygamber (S.A.V) ise hiç bir şey olmamış gibi, başını kaldırmaksızın secdeye devam ediyordu. Bu sırada bir adam koşup durumu Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya bildirdi. Hz. Fatıma o zaman küçük bir kız olmasına rağmen hemen geldi ve işkembeyi babasının boynundan atıverdi.
Arkasından Ebu Cehil ve adamlarına ağır sözlerle çıkıştı. Hz. Peygamber (S.A.V) namazı bitince, yüksek sesle üç kere:"Allahım, Kureyşlileri sana havale ediyorum." dedi. Hz. Peygamber (S.A.V) in böyle söylemesini duyunca duyunca korkudan gülüşmeyi kestiler. Hz. Peygamber (S.A.V) devam ederek devam ederek: "Allahım! Ebu Cehili, Ukbeyi, Utbeyi, Şeybeyi, Velidi ve Umeyye'yi Sana havale ediyorum." dedi. Hz. Muhammed (S.A.V) 'i Hakkı tebliğ etmek için gönderen Allah'a yemin ederim ki, Hz. Peygamber (S.A.V) 'in adlarını saydığı bu kimseleri Bedir Savaşı sırasında kendi gözlerimle ölüler arasında gördüm." (Buhari, Müslim, Nesai)
İbn-i Abbas radıyallahu anh der ki: Peygamberlerden biri Allah-u Zülcelal'e dedi ki: "Allah'ım, mü'min kulun sana itaat ediyor ve günahlardan uzak kalıyor. Böyleyken dünya nimetlerinden mahrum oluyor ve çesitli belalara uğruyor. Buna karşılık, sana itaat etmediği gibi hep günah işleyen kulun dünya ayakları altına seriliyor."
Allah-u Zülcelal vahiy yolu ile bu Peygamber'e şöyle buyurdu: "Kullar da belalar da benimdir. Her ikisi de bana hamd ederek beni noksan sıfatlardan tenzih eder. Mü'min arada bir günah işleyince, bu günahına kefaret olsun diye dünyada onu mahrumiyete düşürür ve başına bela veririm ki, huzuruma geldiğinde kendisine iyliklerin mükafatını vereyim.
Kâfir kötülük işledikçe, huzuruma geldiğinde işlediği kötülüklerin cezasını kendisine vermek için belaları üzerinden savar ve dünyalığını bol veririm."
Hz. Peygamber (S.A.V) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teala bir kulunu severse ona bela verir." (Taberani) Bu hadis-i şerifin manası açıktır. Allah-u Zülcelal bir kulunu sevmek isteyince onu dener. Yani onun sevgiye layık olup olmadığını ortaya çıkarmak için onu çeşitli bela ve musibetlerle imtihan eder. Allah-u Zülcelal kulunun samimiyetini ortaya çıkarmak için onu imtihan ettiği şey bela olabildiği gibi nimette olabilir. Bela imtihanı sabırla, nimet imtihanı ise şükürle kazanılır.
Bu zamanda insanların büyük bir çoğunluğu bela ve musibete sabretmeye karşı zayıftırlar. Olabilir ki insan bir musibete belaya sabredemez. Onun için belasız ve musibetsiz bir sevgiyi Allah-u Zülcelal'in fazlından isteyelim. O'nun hazineleri çoktur. Kalben ve ruhen isteyen kuluna mutlaka verir. Anlatıldığına göre zamanın birinde, bir mü'min ile bir kafir, balık avına çıkmıştı. Kâfir, putların adını anarak ağını atıyor ve ağını yukarı çektiğinde balıkla dolu olduğunu görüyordu. Mü'min ise Allah'ın adını anarak ağını atıyor ve ağını çektiğinde hiç balık tutamıyordu.
Nihayet akşam üzeri ağına bir balık takıldı. Fakat o da sıçrayarak tekrar dereye atlayıverdi. Böylece mü'min bir tek balık bile tutamazken, kafir balık dolu torba ile geri dönmüştü.
Bu durum, mü'minin koruyucu meleğini üzmüştü. Fakat gökyüzüne çıkınca, Allah ona mü'minin cennetteki yerini gösterdi. Melek orayı görünce: "Vallahi, o buraya gelecek olduktan sonra, karşılaştığı hiç bir tersliğin zararı yoktur." dedi.
Allah-u Zülcelal aynı meleğe bir de kafirin yerini gösterince: "Vallahi, o sonunda buraya gelecek olduktan sonra, eline geçen bir dünya nimeti kendisine yaramaz." dedi.
İbn-i Mübarek'in şöyle dediği anlatılır: "Musibet önce birdir, ağlayıp sızlama sonunda iki olur, şöyle ki: Birinci musibet başa gelen neyse odur. İkinci musibet ise, sabretmeyip ağlama sızlama sonunda o musibetin verilecek müfakafatının elden gitmesidir. En büyük musibet de, mükafatının elden gitmesidir." Hz. Aişe radıyallahu anha'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Ayağa batan dikenden, en ağırına kadar mü'minin başına gelen her musibet mutlaka onun bir günahının silinmesini sağlar." (Buhari, Müslim)
Denilmiştir ki: "Kim Allah'a itaatta sabrederse, Allah ona kıyamet günü cennette her derecesi yer ile gök arası kadar olan üçyüz derece verir. Kim ki, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işlemekte sabrederse. Allah, ona kıyamet günü her derecesi yedikat gök ile yedi kat yer arası olan altıyüz derece ihsan eder. Kim ki, musibetlere sabrederse, Allah ona kıyamet günü her derecesi arş ile yerin altı kadar olan yediyüz derece ihsan eder."
Allah'ın bizden razı olacağı sabrı elde etmek için sevmediğimiz, yapmak istemediğimiz şeyler üzerine nefsimizi tekellüf yapmak (zorlamak) suretiyle sabrı kazanalım.
İnsanın ayağına bir diken dahi batsa, yahut hasta olsa eğer buna sabrederse bu musibet günahlarına keffarettir. Fakat insanlar bu zamanda nefislerini çok beslediklerinden dolayı musibete ve günah yapmamaya sabredemiyorlar.
Allah-u Zülcelal bizlere taat yapmak, günahlardan kaçmak ve musibetlere katlanmak için sabır versin. Ve bu sabırla rızasını kazanmayı nasip etsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo