- Mezardaki ölünün çektiği azabı gördüğüm için ağlıyorum, dedi. Birlikte bir köye gittiler. Hz. İsa aleyhisselam köy halkına vaaz-u nasihat ettikten sonra aynı yoldan geri döndü. Dönüş yolunda yine aynı mezarlığın yanından geçti. Ama bu sefer daha önce ağladığı mezarın başında tebessüm ediyordu. Havariler sordular:
- Ey Allah’ın Peygamberi bu defa neden sevinçle tebessüm ediyorsun?
- Sabahleyin azap içinde gördüğüm adam, şimdi azaptan kurtulmuş. Kendisine nimetler verilmiş. Onun için seviniyorum.
-Nasıl olur Ya Nebiyallah, adam artık mezarda olduğuna göre tevbe istiğfar edemez, salih amel yapamaz. Amel defteri kapandı.
- Çünkü bu adam ölürken arkada bıraktığı bir çocuğu vardı. O çocuk şimdi yetişti, medreseye gitmeye başladı. Bugün hocası ona besmele öğretti. İşte o sebeple Allah-u Zülcelâl buyurdu ki:
“Bu kulumun evladı besmele çekmeyi öğrendi. Ben onun babasına azap etmem. Böyle çocuk yetiştirip ardında bıraktığı için onu affediyorum.”
Hepimiz biliyoruz ki bizler faniyiz; bu dünyada belli bir ömür sürdükten sonra ebedi aleme göçeceğiz. Yalnız arkamızda iyi bir müslüman olarak, İslam terbiyesiyle yetişmiş bir nesil bırakırsak onların sevaplarından birer hisse kazanmaya devam edebiliriz.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin, bir Müslümanın amel defterinin kapanmamasına sebep olan üç şeyi sayarken, “ …İnsanlığa faydası devam edip giden eser. İnsanların faydalandığı ilim, Kendisine hayır dua eden iyi bir evlât." (Müslim, Vasıyye, 14) buyurduğunu görüyoruz.
Bu çok büyük bir müjde olduğu gibi aynı zamanda büyük bir sorumluluk… Çünkü çocuğumuzu iyi yetiştirirsek kazandığı sevaptan hisse aldığımız gibi, çocuğu kötü yetiştirdiğimiz veya eğitimini ihmal ettiğimiz durumda, hatamız oranında günahlarından da bir kopyanın hesabımıza yazılacaktır.
Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor; "O gün kişi kardeşinden, annesinden babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır" (Abese, 34-37)
İnsanoğlu mahşer gününde yakınlarından kaçıyor, çünkü onlar da yakasına sarılıp, “Neden beni iyi yetiştirmedin? Bu zor gün hakkında beni uyarmadın? Beni kulluk vazifelerime alıştırmadın?” diye hakkını isteyecek...
Biraz düşünelim, bir insan güzel ahlaklı ise, herkes ondan iyilik görüyorsa o zaman, “Allah anne babasından razı olsun, ne kadar iyi bir evlat yetiştirmişler,” diye dua etmiyor mu?
Aynı şekilde kötü ahlaklı ise, herkesi mağdur ediyorsa, “Ne kadar kötü bir insan! Nasıl bir ailede yetişmiş ki böyle kötü olmuş? Allah ıslah etsin!” demiyor mu?
Evladımızın güzel ahlaklı olmasının faydası sadece başkalarına değil; asıl en çok bize… Dünyada nice evlatlar var ki, anne babanın başına gelen en büyük musibet olabiliyor, Allah korusun. Bilhassa şu ahir zamanda çocuklarımızı ifsad eden kötülükler o kadar çoğaldı ki, onların dini, ahlaki, manevi terbiyesi her zamankinden daha fazla önem kazandı.
Öyleyse evlatlarımızı yetiştirirken onların bizim terbiyemize teslim edilmiş, mahşer gününde hesabı sorulacak emanetlerden biri olduğunu unutmamamız gerekiyor.
Peki, evlatlarımızı güzel yetiştirmek için ne yapabiliriz?
Maalesef çocuklara dini eğitim vermek deyince bir yanlış anlama var; o da çocuklara bazı bilgileri ezberlettirmenin yeterli olduğunun zannedilmesi. Halbuki çocukların maddeler halindeki birkaç bilgiyi ezberlemesi, onları hayatına tatbik etmesine yetmiyor. Peki çocuğun hayatına müslümanca yön vermesini nasıl sağlayacağız?
Örnek Almaya Değer Bir Ebeveyn
Çocuk eğitimi kitaplarında sıkça rastladığımız bir cümle vardır: “Anne baba çocuklarına örnektir,” denilir.
Evet, elbette doğrudur, ama bu zamanda belki de bu cümleyi şu şekilde kurmak daha doğru olabilir: “Anne babalar çocuklarının örnek almaya değer bulduğu kişiler olmaya çalışmalıdır!”
Evet, bir bakıma, çocuklar anne babayı taklit ederek birçok şey öğrenir. Bebeğin zihni ve kalbi boş bir sayfa gibi, tertemizdir. Hayatı boyunca her şeyi; ana dilini, temel şahsiyetini, davranış kalıplarını, alışkanlıklarını hep ailesinden alır.
Psikolog ve pedagoglar çocukların adeta bir sünger gibi, içinde bulunduğu ailenin hayat tarzını, değerlerini taklit ettiğini, benimsediğini söylüyorlar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buna işaretle:
“Her doğan fıtrat üzerine doğar, sonra anası ile babası onu ya Yahudi ya da Nasrânî yahut Mecûsî yaparlar.” buyurmuştur. (Buhârî, Cenâiz, 92.)
Ancak çocuklar altı yedi yaşlarına kadar aile ortamından alabilecekleri bilgiler, ancak temel yaşam becerileri ve günlük alışkanlıklar gibi şeylerdir. Bundan sonra çocuklar okula başlayıp aileden uzaklaşmaya başlarlar. Okuldan eve döndükleri zamanlarda da sokakta, televizyon karşısında, internette zaman geçirmeye başlamışsa artık çocuk ailesinden çok farklı hayat tarzlarıyla, inanç ve düşünce şekilleriyle karşılaşmaya başlamaktadır.
İşte gitgide ailesinin inancıyla bunun tam zıddı modern zihniyet arasında kalmaya başlayan çocuklar, seçimlerini hangisinden yana yapacaklar? Günümüzde en büyük sorunumuz budur.
Çocuk, anne babasını örnek almaya değer görecek mi?
Dışarıda karşılaştığı, nefse hoş gelen ve “Bu zamanın genci böyle olur, böyle yaşar” diye dayatılan modern hayat tarzından uzak durup, dinimizin emir ve hükümlerine uygun yaşayabilecek mi?
Çocuklar belli bir yaşa kadar anne babasını olduğu gibi taklit eder, benimser, hiç sorgulamaz. Ama yedi sekiz yaşlarından ergenlik çağına kadar olan dönemde yavaş yavaş kendi kişiliğini oturtmaya çalışır. Bu dönemde anne babayı tenkit etmeye, inanç ve değerlerini sorgulamaya başlar.
Aslında Allah-u Zülcelâl’in ergenlik çağındaki gençlere verdiği bu özellik çok da kötü değildir. Çünkü çocuk anne babada kötü örnekler görüyorsa bunları da eleştirme gücüne kavuşur. Onları körü körüne taklit etmeyip, daha iyisini aramayı öğrenir.
Ergenlik çağı süresince gençler kendi kimliklerini oturturken artık anne babasının yanı sıra başka yetişkinleri de örnek alabilir. Belki anne babasından çok daha üstün örneklerden ilham alır ve tabiri caizse “boynuz kulağı geçer.” Ama tam tersi de mümkündür, eğer değer yargıları sağlam değilse bazen çok kötü örneklerin de peşine takılabilir.
Peki, bu konuda aileler ne yapmalı?
Hiç kuşkusuz her bir çocuk, anne babadan ayrı bir şahsiyettir. Hatta atasözü olmuştur; “Evlat doğurursun ama gönlünü doğuramazsın,” denir.
Bazı peygamberlerin bile evladıyla imtihan edildiğini okuyoruz. Belli bir noktadan sonra çocuğun kendi hayat yolunu kendisinin çizmesine engel olmak mümkün değildir.
Şu zamanda anne babaların baskıyla, engellemeyle çocuklarına yönlendirme yapması da çok zordur. Çünkü batıdan empoze edilen özgürlük, bireysellik, farklı ve marjinal olma modaları çocuklarımızı da etkilemektedir. Bu etkinin altındayken nefret ettirici bir baskı uygulamak çocuğun ailesine ve ailesinin dini inançlarına karşı olan duygularına daha çok zarar verebilir.
İşte bu tehlikeye düşmemek için anne babaların en fazla dikkat etmesi gereken husus, aileyle çocuk arasındaki sevgi bağına zarar vermemektir. Hem çocuk anne babaya sevgi duyunca onların dini inançlarına ve hayat tarzlarına da sevgi duyacak, kendiliğinden benimseyecektir.
Bunun için fırsat eldeyken, çocuklar henüz anne babasının yanında, onların terbiyesi altındayken çocukla çok kuvvetli bağlar kurmalıdır ki, çocuk anne babasının inancına, değerlerine saygı ve sevgi beslesin; sadakat duysun.
Şahsiyet Eğitimi
Çocuklara kuru bilgi öğretmek o kadar önemli değildir. Asıl önemli olan çocuğun karakterini sağlam bir temele oturtmaktır.
Bir insanın öğrendiği bilgiyi uygulaması, karakterine bağlıdır. Mesela bir çocuk orucun nasıl tutulduğunu bilse de bu onun oruç tutmasını sağlamaz. Bir kişi herkese oruçlu gibi görünürken aslında oruç tutmuyor olabilir. Yahut Ramazan günü gündüz vakti uluorta oruç yemekten hiç utanmıyor olabilir. Nitekim böyle örnekler çoğalmıştır.
Bir gencin imanlı, dürüst, samimi olması, inancının gereği olan amelleri yerine getirmek için iradeli ve sabırlı olması, kalbindeki inancın güçlü ve şahsiyetinin sağlam olmasıyla mümkündür.
Peki yeni yetişen nesillerimizi nasıl samimi inançlı ve iradeli olarak yetiştireceğiz? İşte bu sorunun cevabı, birkaç maddeyle kolayca açıklanamaz.
Çağımızda çocuk eğitimi hakkında bir sürü kitaplar yazılmış olsa da, aslında çocuk eğitimi öyle yapmacık uygulamalarla gerçekleştirilemez. Çocuğu eğitebilmek için öncelikle onun saygısını, sevgisini, güvenini kazanmak lazımdır. Bu da ancak saygı uyandıran sağlam bir kişiliğe sahip olmakla mümkündür.
Çocuk anne babasının dini hayatında ciddiyetsizlik, samimiyetsizlik, özensizlik, hilekarlık ve benzeri haller görüyorsa o zaman ne anne babaya güven duyar, ne de onların dini telkinlerine itibar eder.
İşte bunları düşünecek olursak iyi bir anne baba olmanın evlatlarımızı iyi beslemek, güzel giydirmek, iyi okullarda okutmak demek olmadığını anlarız. Onların bedenini nasıl ki vitaminli gıdalarla besliyorsak aynı şekilde ruhunu da samimi bir manevi hayat yaşamak suretiyle, manevi feyz ve ruhaniyetle beslemeliyiz. Biz imanımızı öyle bir şuurla, feyzle, maneviyatla yaşayalım ki onlara da aşılayabilelim.
Bunun yanında çocuğu yetiştireceğimiz muhit yani çevre şartları da çok mühimdir. Çocuklarımızın bedenini hastalıklardan korumak için nasıl mikroplardan uzak tutuyorsak, kalbini korumak için de inkar, günah ve hayasızlık mikropları saçan, televizyon, internet ve benzeri ifsad araçlarından muhafaza etmeliyiz. En azından kalbini Allah sevgisiyle, Allah dostlarının feyz ve maneviyatıyla kuvvetli bir şekilde aşılamadan yabancı fikir ve moda akımlarla muhatap etmemeliyiz. Bunun için de çocuğumuzun okulunu, yaşadığı çevreyi mümkün olduğu kadar manevi endişelerle seçmeliyiz.
Günümüzde insanların çoğu çocuklarının dünyevi istikbali hakkında o kadar endişeli ki, manevi eğitim alacağı medrese, Kuran kursu, İmam hatip gibi okullara kaydettirmeyi önemsemiyorlar. Hâlbuki İslam ahlakıyla yetiştirilmemiş bir çocuklara bol maddi imkan bırakmak onun azgınlığını daha da artırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu sebeple bir anne babanın çocuğuna bırakacağı en faydalı miras İslam terbiyesidir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (Tirmizî, Birr, 33) buyuruyor.
Allah-u Zülcelâl hayatta sahip olduğumuz ve arkamızda bırakacağımız en değerli şeyimiz olan evlatlarımızı en güzel şekilde yetiştirmeyi nasip eylesin.
Hatice Kübra Ergin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo