Savaşlar en çok masum ve savunmasız çocukları vuruyor. Dün böyleydi bugün de böyle. Nicelerine tanık oldu insanlık. Büyüklerin gözleri kör eden güç ve hâkimiyet savaşlarında çocuklar ağır bedeller ödediler ve halen ödüyorlar ne yazık ki. Bir kıvılcımla başlayan savaş ateşi hem coğrafyaları hem de insan hayatlarını yangın yerine çeviriyor.
Ukrayna’da yaşananlar bunun son ve en sıcak örneği. TV kanalları, yazılı ve görsel basın, sosyal medya aracılığıyla ulaşan görüntü ve haberlerle savaşın yakıcı yüzüne bir kez daha tanık oluyoruz. Şehirlerin uğradığı yıkım ve sivil halkın içinde bulunduğu korku ve endişeyi yansıtan fotoğraf kareleri eşliğinde yerinden yurdundan olan, evlerinden ayrılıp yollara düşen ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların yürek yakan hikâyeleri düşüyor gündeme. Doğal olarak savaşın kötülüğü dillendiriliyor ve dünya kamuoyu mazlumun yanında yer almaya davet ediliyor. İnsani hassasiyet zaten bunu gerektirir. Ancak yıllardır ve belki nesiller boyu işgal ve savaşlarla imtihan edilen coğrafyaların insanları söz konusu olduğunda da medya ve dünya kamuoyu böylesine hassas bir tutum ve söylem içinde miydi sorusunu sormak gerekiyor. Bu soru da nedensiz değil.
Hemen yanı başımızdaki bir coğrafyada, yıllardır bitmeyen savaşlar nedeniyle gökten üzerlerine bomba ve füzeler yağdı çocukların mesela. Serinlik veren yağmur veya yetişkinleri dahi çocuksu bir sevince sevk eden kar değil... Korku, dehşet ve çaresizlik… En çok da çocukların dünyasına uzak düşmesi gerekmiyor mu bu kötülüklerin? O yürekler, o bedenler nasıl kaldırır bunca yükü? Düşünen oldu mu?
Bombalanan veya füze isabet eden okullara dair haberler de düşmüştü gündeme. Bombardıman gürültüsü ve telaşı altında hizmet verilmeye çalışılan hastaneler de olmuştu. Yanlışlıkla vuruldu denilen düğün evleri de birçok masumun can verdiği yas evlerine dönüşmüştü haksız savaş ve işgallerin yakıp kavurduğu coğrafyalarda. O masum öğrencilerin, hastaların ve sivil halkın maruz kaldıkları zulüm ve haksızlık ne kadar yankı buldu dünya kamuoyunda?
Adın ne diye sorulduğunda savaşta kaybettiği ve çok özlediği annesinin adını söylemişti Rabah… Suriye savaşında ailesinin tüm üyelerini ahirete uğurlayan ve onların Cennet’te olduğu inancıyla teselli bulmaya çalışan küçük kız çocuğu. Annesi gibi öğretmen olmak isteyen ama savaş nedeniyle hayatı alt üst olan, hayalleri yıkılan bir küçük can. Duyan oldu mu sesini?
Aynı coğrafyada yine bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalıp zeytin bahçelerindeki mülteci kamplarına sığınan, kısıtlı imkânlarla eğitim görmeye çalıştıkları derme çatma sınıf duvarlarına zeytin dalı taşıyan güvercin resimleri çizerek barışa özlemlerini sessizce haykırdı çocuklar. Onlar barış ve refah sembolü zeytin bahçelerinde savaş ve yoklukla imtihan edilirken, dünyanın diğer yarısında her fırsatta barış, adalet, hukuk, esenlik edebiyatı yapanlar açısından söylem ve eyleme dair samimiyet imtihanı devam ediyordu eşzamanlı olarak. Ne kadar farkındaydık?
Hafızamıza kazınan bir başka fotoğraf daha… Annesinin eline tutuşturduğu çantayı güç bela taşıyarak toz toprak içinde bir başına komşu ülke sınırını geçen henüz dört yaşında olan savaş mağduru çocuk... Biz okul çantalarının ağırlığından şikâyetle çocuklarımıza kıyamaz üzülürken, büyüklerin hırsları nedeniyle alt üst olan hayatın yükünü sırtlayıp adeta fotoğraf karesine öylece yansıyan küçük insan. Buna yük olurlar, sorun olurlar endişeleriyle kabul edilmeyip yollarda kalan veya kabul edildikleri mülteci kamplarında zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışan nice insanı ekleyin. Aynı şeylerle sınanmak ihtimali üzerine bir düşünülse, bu kadar rahat ve kolay sırt çevrilebilir mi bu mazlumlara?
İnsanlığa dair dersler de verdiler savaş mağduru çocuklar bu yıllar içinde. Görene duyana, daha doğrusu görmek isteyene, kulak verene. Suriye’nin Doğu Guta bölgesinde elindeki bir parça ekmeği arkadaşlarıyla paylaşan küçük kız mesela. Çatışma bölgesi… Bir kız çocuğu ve arkadaşları… Lokma lokma paylaşılan ekmek… Karınlarının doymayacağı besbelli… Ama onlar insan olmanın gereğini yapıyorlar elindekini paylaşarak. Büyükler samimiyetle ders almayı bilseydi bunca yıkım ve kıyıma yol açan savaşlar artık gündemimizde olmazdı belki de.
Daha nice örnekler verilebilir günümüzden veya daha önce yaşananlardan. Hangi milletten, hangi inançtan olursa olsun mazlumun yanında yer almak elbette bir insanlık görevi. Ancak dünyadaki paylaşım savaşlarının başlıca müsebbibi olanların, ellerindeki kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi kullanarak kamuoyu dikkatini belli noktalara çekip bazı yerlerden uzaklaştırması hususunda dikkatli olmak gerekiyor. Nitekim algı yönetimi ile geniş kitlelerin benzer olaylara çifte standartla yaklaşmasını sağlamak gayet mümkün.
İnancımız bir kötülük gördüğünde elle düzeltmeyi, buna güç yetirilemiyorsa dille haksızlığa karşı çıkmayı, buna da güç yetmiyorsa kalben buğz etmeyi salık veriyor. Tüm haksızlıklar karşısında yönlendirmelere prim vermeden, insan onuruna yakışır bir şekilde ve mümince bir duruş sergileyerek tavrını ortaya koyanlara ne mutlu. Büyüklerinden böyle bir hakkaniyet dersini alarak yetişen çocukların daha adil ve yaşanabilir bir dünya inşa edecekleri hususunda ümitvar olabiliriz vesselam.
Kaynak: Zafer Dergisi/Ayten Yadigâr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo