Nasıl ki baba ve anne, kendi çocuklarına karşı şefkatli olduğu için ona menfaatli ve doğru yolu gösteriyorsa Allah-u Zülcelâl de bize dünya ve ahirette selamete kavuşmamız için doğru ve güzel yolu gösteriyor.
Kim selametli yolu istemez, kim kendini tehlikeli yollardan muhafaza etmiyor? Şimdi deseler ki Ankara yolu üzerinde yol kesiciler var, tehlike vardır, kimse gitmez. İnsanlar böyle dese gitmiyoruz, hâlbuki Allah'ın dediği insanların dediği gibi değildir; Allah'ın dediği yüzde yüz doğrudur. Allah-u Zülcelâl bize bir yolu kesin olarak selametli, bir yolu da tehlikeli ve sıkıntılı olarak gösteriyor. Allah Azze ve Celle bir ayet-i kerimede iyi yolu seçenleri şöyle methediyor ve Allah'ın yanında onlar için ne vardır, bunu şöyle haber veriyor:
“Onlar ki, sözü dinler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği, doğru yolu gösterdiği kimselerdir, işte aklı erenler onlardır.” (Zümer, 18)
Allah-u Zülcelâl diyor ki, “onlar akıllı kimselerdir.” Tabi bir insana “oraya gitme, orada ateş var” denirse, o dinlemez gider kendini ateşe atarsa ne diyeceğiz ona? “Herhalde psikolojisi bozuktur, delidir,” diyoruz, değil mi? Artık onun hakkında her şey söylenir.
Çünkü açık açık kendini tehlikeye atıyor, azaba atıyor. Öbür tarafta ise, “Allah-u Zülcelâl’in cenneti şu tarafta” deyince o yola gidenler hakkında da “Bunlar ne kadar akıllı” derler ona değil mi? Bunlar aynı dünyada da böyledir. Allah-u Zülcelâl’in dediğine uyanlar, tabi olanlar, Allah onları hidayet etmiş ve onlar akıllı kimselerdir.
İnsanın aklı daima iyiliği seçiyor. Bazen insan kötülüğe gidiyor ya, işte o zaman oraya nefis gidiyor, akıl istemiyor onu. Hatta içki içen, kumar oynayan, günah işleyen insanlara da sorsanız itiraf ederler, “Bu yaptığım iyi bir şey değildir, akıllı işi değildir” diye. Akıl iyiyi kötüyü ayırt edebiliyor. Allah aklı böyle makbul kılmış, bize akıl gibi hidayeti anlayıp uyan bir cevher nasip etmiştir, onunla doğru yolu anlayabiliyoruz. Ama o yaramaz nefis insanı yoldan çıkarıyor.
Şeytan neyle şeytan oldu? Nefisle, kibirle, kendini beğenmekle… Allah bütün meleklere emretti, “Âdem’e secde edin” diye, o karşı geldi, “Ben ona secde etmem, ben ondan daha iyiyim” dedi. Nefsine uydu orada mahvoldu gitti.
Allah hepimizi nefsin belasından, hatasından, kibrinden muhafaza etsin. Ben kendime ve size tavsiyede bulunuyorum; hiç kimse nefsine uymasın. Nefsin oyununa gelmesin.
Nefsi Beğenmek Bütün Kötülüklerin Başı
Bakın Yusuf Peygamber aleyhisselam, Allah'ın Habîbi, onun babası Allah'ın Habibi, bütün sülalesi Peygamber, o diyor ki “Ben nefsimi temize çıkarmam, (aklamam, hata yapmam diye savunmaya geçmem.) Çünkü nefis kötülüğü çok emredicidir.” (Yusuf, 53) O dahi kendi nefsinden razı değildir bak. Çünkü kişi biraz zeki olduğu için, biraz ibadet ve hizmet yaptığı için, nefis başka arkadaşlara karşı üstünlük iddiasıyla gelebilir ona…
Dikkatimi çekiyor, hem İslam tarihine bakıyorum hem zamanımızdaki insanlara bakıyorum, nefsine uyan şahıs, önce iyiyken sonra kötü oluyor. Nefsi beğenmemek lazım; nefsi beğenmek bütün günahların başıdır; nefsinden razı olmamak da bütün hayrın başıdır.
İnsana kibir gelmesi ne kadar haksızdır, senin ilmin varsa, senin güzelliğin varsa neyin olursa olsun hepsi senin değil Allah'ındır. Allah istese bir saniye içinde aklını alır, deli olursun, sağlığını alır, hasta olursun. Hepsi Allah'ın malıdır. Böyleyken kibirlenmek, kendini beğenmek ne kadar haksızdır.Ben eski sofiyim, bu sofiler acemidir diye kibirlenmek ne kadar yanlıştır…
Bir gün nebi İsa aleyhisselam, havarileriyle beraber bir yolda gidiyorlar. Onları gören fasık, zahiri günahlar işlemiş bir kişi; “Bunlar mübarek kişilerdir. Biri Allah'ın nebisi diğerleri de onun ashabı… ben onların yanına yaklaşayım, gölgeleri üzerime gelsin, belki Allah bana merhamet eder, affeder,” diye, alçak gönüllülükle, kendini Allah'a karşı mahkum görerek gitmiş onların arkasında yürümeye başlamış. Onu gören, İsa aleyhisselamın maiyetindekilerden bir kişi, “ Biz nerede bu fasık kişi nerede,” diye kalbinden geçirip kibirlenmiş.
Allah-u Zülcelâl o sırada İsa aleyhisselama vahyetti; “O, alçak gönüllü fasık, o kibirli âbidin yerine geçti, o da öbürünün yerine geçti. Yani o kibirlenmekle fasık oldu, o da Hz. İsa aleyhisselama ashab oldu.”
O yüzden dikkat edelim hiçbir zaman kendimizi kimsenin üstünde görmeyelim. Sadâtlardan bir zat kendi mürşidine bir mektup gönderiyor, diyor ki: “Efendim, ben şöyle bir rüya gördüm” Mürşidi ona cevaben diyor ki: “Senin rüyanda bir alamet vardır, sen insanlara çok menfaatli olacaksın, insanlar senden çok istifade edecek, yalnız kendini Moskof kâfirlerden iyi görme!” Niçin, çünkü belki o Müslüman olabilir, sen ise kendi akıbetini bilmediğin için kendini onlardan üstün görme. İşte insanın Allah-u Zülcelâl’e karşı durumu böyledir.
Nefis seni hayra götürürken bile kendine bir pay çıkarmak ister. Zamanında bir zat nafile hacca gitmek için yol masrafını hazırlamıştı. Nefsine sordu, “Hacca mı gideyim yoksa bu parayı gizlice fakirlere mi dağıtayım?” Nefsi dedi ki: “Hacca git! Orada seni herkes görecek, hacı diyecek” Hemen o zat o parayı fakirlere dağıttı. Çünkü gördü ki nefsi riya yapmak istiyor. İşte nefis böyle hain bir ortaktır, onunla daima hesaplaşalım.
Kendi Kusurunla Meşgul Ol
Nefsin oyunları çoktur. Mesela kendi nefsinin hatalarını görmemen için seni daima başkalarının hatalarını araştırmaya sevk eder. Mümin kardeşlerinin hatalarıyla meşgul olup kendi hatalarının görmemek, Allah'ın en çok gazaplandığı, en tehlikeli haldir. Çünkü sen kendinle meşgul olmuyorsun daima başkalarıyla meşgul oluyorsun.
İbrahim bin Edhem bir arkadaşıyla yolculuk yapmıştı. Yolun sonunda arkadaşı ona dedi ki:
“Sen büyük bir evliyasın Allah dostusun. Bu yolculukta bende ne hata gördüysen bana söyle ki, ben de onları terk edeyim.”
İbrahim bin Edhem diyor ki:
“Kusura bakma, ben hiç senin kusurlarını görmedim, çünkü ben hep kendimle meşgul oldum.”
Bakın işte onlar böyle evliya oluyorlardı. Kendi kusurlarını görmekten başkasını görmeye vakitleri yoktur.
Rivayet edilen bir haberde gelmiştir ki, bazı ömürler fazla olur, yani kişinin yaptığı iyilikler sebebiyle, anne babasına yaptığı iyiliklerle ömrü ziyadeleşir. Ya o kişinin ömrü kırk seneyse elli sene olur yahut bereketlenir. Birbirimize söylediğimiz meşhur dua vardır ya, “Allah senin ömrüne bereket versin” diyoruz.
İşte bereket şudur: kısa bir zamanda öyle ihlâslı kulluk yapıyorsun, öyle İslam ahlakı üzerinde devam ediyorsun ki, ömrü uzun olduğu halde böyle güzel amel yapmamış insanları geçiyorsun. Çünkü sırf Allah için amel yaptığın, güzel ahlak sahibi olduğun için Allah sana böyle amel yapmamış olanlardan daha yüksek makam veriyor, cennet-i ala nasip ediyor. Ömrü uzun olduğu halde böyle ihlâslı amel yapmayan kişinin ömrü boşa geçmişken senin ömrün kısa olduğu halde ihlaslı amelle bereketli oluyor.
İmam Ali radıyallahu anhu diyor ki “Asıl bayram, kişinin hiçbir günah işlemeden geçirdiği gündür.”
Niçin? Çünkü insanlar nasıl ki bayramda ferahlanıyorsa, günah işlemediği gün için de mümin kişi ahiret gününde öyle ferahlanacak.
Günah işlemek, Allah atkında öyle gazap sebebidir ve kâinattaki her şey günahkâra karşı öyle lanet eder ki, toprak, kendisi üstünde günah işleyen kişi hakkında Allah’tan izin istiyor: “Ya Rabbi izin ver onu yutayım!” Üstündeki gök onun hakkında Allah’tan izin istiyor: “ Ya Rabbi bana izin ver onun üzerine yıkılayım!”
Ama Allah-u Zülcelâl öyle merhametli ki; “Bırakın onu, siz onu yaratmadınız, onu Ben yarattım. Eğer onu yaratan siz olsaydınız belki ona siz de merhamet ederdiniz. Ben ona merhamet edeceğim, mühlet vereceğim. Eğer tevbe ederse affederim, etmezse cehennemi yaratmışım, ona dolduracağım!” diyor.
Müminleri Sevmek En Kolay İbadet
Allah-u Zülcelâl günah işleyenleri görünce gazab ediyor, ama sonra bakıyor camileri yaptıran müminleri, birbirini seven müminleri azap etmekten vazgeçiyor. Kudsî hadiste buyuruyor ki:
“Ben yeryüzü halkına azap etmeyi murat ettiğimde, mescitleri inşa ve tamir edenleri, benim rızam için birbirlerini sevenleri ve seher vakitlerinde istiğfar edenleri görünce, onlara azap etmekten vazgeçerim.”
Demek ki, aramızda akrabalık bağı olmadığı halde birbirimizi sevmemiz, Allah'ın camilerini yapmamız Allah'ın gazabını söndürüyor. Öyleyse Allah için birbirimizi sevelim, kin gütmeyelim. Herkesin hatası olabilir, birbirimizi affedelim.
Biz bütün amellerimizi Allah'ın rızasını kazanmak için yapıyoruz, öyle değil mi? Namaz kılıyoruz, zekât veriyoruz, hacca gidiyoruz. Bir de “Bu mümin kardeşimi seveyim, ne güzel bir kul” dediğimiz zaman kolayca Allah'ın rızasını kazanıyoruz. Öyleyse kalbimizdeki yaramazlıkları kaldıralım, Allah'a karşı tertemiz edelim inşaallah. O zaman az bir ibadetle bile Allah bizi kurtaracaktır.
Selef âlimleri demişler ki;
“Allah-u Zülcelâl bize iki emanet bırakmış ki biz onlarla Allah'ın azabından emin oluruz, onlardan biri gitti, biri kaldı.” Bunun hakkında ayette buyruluyor ki:
“(Ey Resulüm,) Sen onların aralarında bulundukça, Allah onları azab etmez. Bir de istiğfar ettikleri sürece Allah onları azaba çarptırmaz.” (Enfal, 33)
Bunlardan biri gitti, yani Allah'ın Resulü ahirete göçtü, artık bizim aramızda değil, bize tevbe istiğfar kaldı. Tevbe etmek, bize Allah'ın azab etmemesi için bir emniyettir, muhafazadır. Öyleyse tevbenin kıymetini bilelim. Hem kendimiz için kıymetini bilelim hem de mümin arkadaşlarımız için…
Buraya gelen herkes bir kişinin tevbe etmesine, namaza başlamasına vesile olmaya gayret etsin. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
“Allah'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete eriştirmesi, senin en kıymetli dünya malı olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhari, Fezailu'l-Ashab, 9)
Eğer derin düşünürsek ahiret için ne kadar gevşek olduğumuzu görebiliyoruz. Birisi dünya işi için çağırsa ve yüksek bir ücret vaad etse, hasta olanlar bile kalkıp gider çalışmaya, mükafat çok diye... Öyleyse Allah yoluna niye çalışmayalım?
Elhamdulillah, ne mutlu bize, Peygamberin ümmetinden bizi yaratmış, Allah'ın evine gelmişiz. Bu manzara bize Allah'ın nimetidir. Biz burada Allah'ın misafiriyiz. Bir kişinin evine misafir olduğumuz zaman bize “Hoş geldiniz” diyor, yemek, çay ikram ediyor.
Allah, herhangi bir kişi gibi midir? Allah-u Zülcelâl, evine misafir gelen kuluna, rahmetini mağfiretini ikram ediyor. Bunun için Allah'ın evine ziyaretimizi çoğaltalım, başka insanların da gelmesine vesile olalım.
Allah-u Zülcelâl Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme buyuruyor ki:
“Allah sana öyle verecek ki sen razı olacaksın.” (Duha, 5)
Yani Allah sana istediğini verecek, sen razı oluncaya kadar. Peygamberimiz de buyuruyor ki:
“Benim ümmetimden bir kişi cehennemde kalsa ben razı olmam.”
Bakın herhangi bir insanın vaad ettiğini söylemiyorum size, Allah-u Zülcelâl’in vaadini haber veriyorum.
Allah Herkesten Daha Merhametlidir
Allah buyuruyor ki;
“De ki: Ey kendilerine haksızlık edip ölçüyü aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah elbette bütün günahları bağışlar ve gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer, 53)
Tevbe etmekle “Ya Rabbi senin kulluğunu yerine getiremedim” demiş oluyorsun. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemediler, Allah, yegâne kaviy, yegâne azîzdir.” (Hacc, 74)
Allah'ın azametine layık kulluğu yerine tam getirmiyoruz. Getirmediğimiz zaman bu nedir, hatadır. Öyleyse bu hatadan, gafletten tevbe edelim. Geçmiş zamanlarımızdaki gafletten özür dilersek, “Ya Rabbi keşke benim bütün zamanım senin huzurunda murakabe ile geçseydi” dersek Allah bizi affedecektir.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.” (Tahrim, 8)
Bakın Allah buyuruyor ki, “O gün Allah Peygamberi ve ona iman edenleri utandırmaz, hakir eylemez.”
Allah öyle merhametlidir ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme Allah dedi ki, “Ya Muhammed, ister misin, senin ümmetinin hesabını görmeyi sana nasip edeyim.”
Peygamberimiz buyuruyor: “Hayır Ya Rabbi! Çünkü sen onlara karşı benden daha merhametlisin. Belki ben onları günahını görünce ‘azaba müstahaktır’ diyebilirim ama sen Erhamü’r Rahiminsin, merhametlilerin en merhametlisisin. Onları ancak Sen bağışlarsın”
Süfyan-ı Sevri diyor ki,
“Eğer kıyamet gününde deseler ki, ‘Senin hesabını annenle baban mı görsün yoksa Rabbin mi görsün,’ ben Allah'ın hesabını seçerim. Çünkü o bana anne babamdan daha merhametlidir.”
Öyle merhametlidir Allah azze ve celle. Ama siz de biliyorsunuz mesela senin beş altı çocuğun vardır. İçlerinden biri kendisini devamlı kucağına atıyor, “Baba bana şöyle al, böyle yap” diyor, diğerleri kendi halinde duruyor. Siz ona karşı daha merhametli olursunuz. Allah'ın kulları da böyledir.
Biz de böyle Allah'a karşı yalvaralım. “Allahım senin şanına göre bana muamele et, benim durumuma göre bana muamele etme ya Rabbi” diyelim.
Allah-u Zülcelal kendi nefsimize teslim etmesin, bizi hayırlarda kullansın inşallah.
Seyda Muhammed Konyevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo