İnsanın beden dili olduğu gibi, sair mahlûkatın hatta eşyanın bile beden dili var. Deyimler bunları bize fısıldıyor.
“(Ey Habîbim) Mü’minlere kanadını indir.” (Hicr; 88, Şuarâ; 215)
Meallerde, tefsirlerden yararlanarak verilmiş ilâveler var:
“Mü’minlere (tevâzu, şefkat, merhamet) kanadını indir.”
Mânâya daha az sâdık fakat daha Türkçe bir karşılık: “Onlara kol-kanat ger.”
Demek ki, kuşların yavrularını kanatları altına almaları, beden dillerinde şefkat, merhamet ve himayeyi anlatmış bize.
Kanat indirmenin tevazu manası da var. Kuşlar, kendilerinden büyük kuşlar karşısında kanatlarını yere sererlermiş. (İbn-i Âşûr, Tahrir, İsrâ, 24)
“Koltukları kabarmak” bunun tersi gibidir. Bunun da tipik misalini kuşlar gösterir. Hindi, horoz ve benzeri kuşlar, kubarırlar, kabarırlar. Bu bizde gurur ve büyüklenme manası doğurmuş. (Ötüken Sözlük, Kubarmak maddesi)
Türkçede kanat indirmek şeklinde tevazu bildiren bir tabir yok. Fakat buna da eşya âleminden bir beden dili tabiri bulmuşuz: “Yelkenleri suya indirmek.”
Kanadın tevazu ve merhamet ile ilgisi şu âyet-i kerîmede doğrudan ifadesini bulur:
“Onlara (yaşlı anne-babana) merhamet ederek tevazu kanadını indir.” (İsrâ; 24)
Demek ki merhamet ve tevazuun birbiriyle irtibatı var. Tevazu, benliği yenmek, nefsi bertaraf etmektir. Merhamet ise, kendin dışındakileri düşünmek, onlar için üzülmek, harekete geçmek, acımak, rahmet saçmak.
Nefsine Odaklanan Başkalarını Bulanık Görür
Fotoğraf makinelerinden âşinâ olduğumuz odaklanma var. Eğer fotoğraf çekerken, bir noktaya odaklanmışsanız, diğer kısımlar bulanıklaşır. Görme ve dikkat kesilme için, gözlerimiz de yapar bunu. Mesela koca bir kütüphane karşısında gözümüz her yeri görür, fakat odaklandığı kitabı seçer, okur, fark eder. Fakat bir kitaba odaklanmadan bütüne baktığımızda hepsini görürüz.
Kibir, gurur, kendini beğenme hisleri, âleme bakışımızda “nefs”e odaklanmamıza sebep olur. Böyle olunca âleme bulanık bakmaya başlarız. Açı, muhtacı fark etmeyiz. İlgi bekleyeni görmeyiz. Çünkü odağımızda hep “kendimiz” vardır. Fakat tevazu, alçak gönüllük, hiçlik arttıkça, odak ayarı düzelir. Fark edişimiz, görüşümüz, hissiyatımız düzelir. Merhametimiz, şefkatimiz harekete geçer.
Bir gün Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem; “Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kiram; “Yâ Rasûlâllah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem ise; “(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlukata şâmil olan merhamettir, (evet) bütün mahkukata şâmil merhamet!..” buyurdular. (Hâkim, IV, 185/7310)
Peygamberimiz’in bu ikazı, merhameti dar tutmamamızı emrediyor.
Sadece kendi çocuklarımıza odaklı bir merhamet, diğerlerine bulanık bakış, makbul değil. Çünkü sadece bizim çocuklarımız yok bu dünyada. Yetimler var, öksüzler var, fakirler var... Savaşların ortasında kalmış bîçâreler var.
Sadece kendi milletimiz yok. Başka milletler de var. Sadece insanlar yok. Mahlûkat da var.
Merhamet kapsayıcı olmalı
Diğer taraftan merhamet zaten böyle bir şeydir.
Merhamet varsa, en kapsayıcı hâliyle var. Yoksa yok. Tamamen yok oluşa doğru bir akış hâlinde.
Nefs her şeyi bozup çürütücü etkisiyle, merhameti kendine göre daraltırsa, merhamet halkası küçülüyor, küçülüyor ve yok oluyor. Sadece ailesine merhamet eden, bir süre sonra ona da etmiyor. Evlâdının canına kıyıyor. Annesini sokağa atıyor.
Nefsine merhamet ediyor mu? Hayır, en büyük merhametsizliği kendine yapıyor. Bağımlılıklar, mârifetmiş gibi intiharlar ortada.
Kalbi Kucak Gibi Açmak
Yavrusuna kanat geren bir kuş, onu ısıtmak ister. Onu bağrına basar. Koynuna, kalbine sarar. İnsanda cenâh (kanat), insanın koynu, bağrı manasına kullanılmış. (Tâhâ, 22)
Kalp, merhametin, şefkatin, muhabbetin merkezi... Onun bu duyguları fiiliyata, harekete geçireceği organları ise en başta elleri, kolları, kanatları. Kol-kanat ile kalp arası ise, kucak. Merhametin sıcacık iklimi.
Kalp, kâinat çapında bir dergâha dönüşmeli diyor, büyükler. Kalbimize bütün kâinatın sevgisi sığmalı, bütün insanlara şefkat, bütün mahlûkata merhamet... Böyle bir kalbe saracak merhamet kanadı da böyle şümullü, geniş olmalı. Ancak böyle olursa, ilâhî muhabbet de o kalbe teşrif edebilir.
Merhamet duyguların da en şümullüsü.
Hadîs-i şerif:
“Merhametten olursanız mahrum,
Her hayırdan olursunuz mahrum!”
Çünkü insan fıtraten muhabbet edemediğine bile acıyabilir.
Her hayrın başında, temelinde merhamet var. Çünkü Rabbimiz de kendi zâtına rahmeti yazdı. Sevmediği zalimlere bile rızık vererek merhamet ediyor. Sevmediği kâfirlere bile şifâ vererek merhamet ediyor. Merhameti kendi kendine prensip koydu.
Bize de merhamet etmek istiyor. Dünyada ediyor da. Fakat merhametin bir de zaman kapsayıcılığı var. Nail olacağımız merhamette zaman istikbâle, âhirete uzansın, öyle kapsayıcı olsun istiyorsak, yine merhamet şart:
Sizden insâf adâlet isteyerek,
Merhamet görse yeryüzündekiler;
Size aynıyla merhamet edecek,
Nice misliyle gökyüzündekiler!..
Aslında Yüce Mevlâ, merhameti bir de böyle şümullendiriyor, kapsayıcı hâle getiriyor. Zincirleme zimmetleyerek... Herkes herkese merhamet edince, toplum merhamet kanatlarının ipekten dokusuyla işlenecek. Yumuşak, zarif ve latif olacak. Merhamet yarışı olacak. Yardım eli uzatmak için muhtaç aranacak. “İhtiyacını söyleyemiyorsa…” diye sîmâsından anlamaya çalışılacak. “Kabul etmezse…” diye yardım zarflarına zarif hitaplar yazılacak...
Bizim de merhametlerimizi zaman kapsayıcılığı açısından gözden geçirmemiz gerekiyor:
Çocuğumuzun bir sabahlık uykusuna acıyor, onu namaza kaldırmaya kıyamıyorsak, Allâh’ın müminlere karşı olan hakiki merhameti kadar bir merhamet sergilemiyoruz demektir. Allah bizi sabah namazına kaldırmakta acımıyor, Ramazan’da bir ay aç kalmamıza acımıyor, fakat cehenneme düşmemize acıyor. İşte hakiki merhamet bu…
Rabbimiz, bize merhametini, ebediyete kadar uzandırmak için, bir büyük lütufta daha bulunmuş: Rahmeti âlemlere taşan Hazret-i Muhammed Mustafâ sallâllâhu aleyhi ve sellem’i bize bahşetmiş.
O’nun merhameti de, bütün ümmetine. Kendi saâdetli asrından kıyâmete kadar herkese.
Aile efradına da tam bir merhameti var. O’nun; hanım, çocuk, köle hiç kimseye bir fiske vurmadığı, hatta şahsı için yüzünü bile ekşitmediği kaydedilmiş.
Hatta Kur’ân’da kocasının emirlerine başkaldırıp aile nizamını bozan hanıma, sözden, nasihatten ve küsmekten anlamıyorsa son bir çare olarak, hafifçe vurma iznini bile Efendimiz asla uygulamadı.
Hanımını dövenleri tenkit etti. Merhameti tesis etti.
Muhabbetle eğitti. Her türlü şiddetle mücadele etti.
O’nun merhamet kanatları bütün ümmetini sarıyor. Biz de O’nun kanatları altına girersek, yani sünnetine sarılırsak, Rabbimiz’in sonsuzu kapsayan merhametine nâil oluruz.
Mustafa Asım Küçükaşçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo