Sevgi, insan ruhuna takılan binlerce histen bir tanesi. İnsan, bedenindeki her organı yerli yerinde kullanmakla sıhhate kavuştuğu ve ondan en verimli şekilde faydalandığı gibi, ruhunun bütün sermayesini de yine en güzel şekilde kullanmakla huzura ve saadete kavuşabilir.
Buna göre, insan ruhunda önemli bir yeri olan sevgi hissinin de yerinde kullanılması gerekir.
Sevmek insanın yaratılışında vardır.
“Fıtrat-ı insaniyede cemale karşı muhabbet, kemale karşı meftuniyet, ihsana karşı perestiş vardır.”
Bu varlık âlemindeki bütün güzellikler, Allah’ın güzel isimlerinin birer tecellisiyle ortaya çıkarlar. Müzeyyin ismiyle her şey en güzel şekilde süslenir, Mülevvin ismiyle bütün eşya en uygun renklerle boyanır. Muhyi ismiyle varlıklar hayata kavuşurlar. Rezzak ismiyle rızıklar en güzel şekilde verilir. Bütün bu güzellikleri sevmek insanın yaratılışında vardır.
Yine insanın yaratılışında mükemmele hayranlık duyma, meftun olma vardır. Farklı dinden olmalarına rağmen birçok Hıristiyan turistin İstanbul’daki şaheser camileri ziyaret etmeleri ve onlardaki sanat inceliklerini hayranlıkla seyir etmeleri bunun en güzel şahididir.
İnsanın yaratılışında bulunan bir başka özellik de kendisine yapılan iyiliklere teşekkürle karşılık vermesi, ikram ve ihsan sahibine karşı kalbinde bir minnet duygusu taşımasıdır.
Bu cümlede insandaki tabiat sevgisinin da kaynağını yakalamış bulunuyoruz. Kainattaki her eser güzel, hepsi mükemmel ve tümü insana bir ilâhî ihsandır.
İnsan sevgisinin çok önemli bir kaynağı da günahlardan ve isyanlardan uzak durmaktır; bunlar birer cemal ve kemaldirler. Böyle kişileri vicdanı bozulmamış her insan sever.
Hayvan sevgisi, çiçek sevgisi ve çocuk sevgisi… Üçünün ortak yanları var: Güzellik, letafet ve günahsızlık.
Çocukları herkes sever. Bu sevgi bebeklik çağında en ileri seviyede gösterilir. Çocukluk çağında devam eder. Yaşı ilerledikçe ve çocukta bir takım fena alışkanlıklar, saygısızlıklar, tembellikler, aldatmalar başladıkça sevmenin yerini önce uyarma, daha sonra tedbir ve ceza safhaları alır. Bu çağlarda çocuk henüz günahlara dalmış değildir, sadece birtakım yanlış davranışların içine girmiştir. Yaş ilerleyince bu yanlışlıklar yerlerini günahlara, haramlara, isyanlara bıraktığında kalpteki sevgi hissi de yerini öfkeye, kine ve düşmanlığa terk eder.
Her vicdan günah ve isyana karşı koyar. Ve her vicdan günahsızları sever. O halde hümanizmin temeli kişiyi günahlardan uzak tutma endişesi ve gayreti olmalıdır. O zaman herkesten birbirlerini sevmelerini isteyebiliriz. Daha doğrusu istememize gerek kalmadan kişilerin vicdanları bunu emreder ve icra sahasına koyar.
Allah’ın en güzel, en mükemmel ve en çok ihsan ettiği mahluku insandır. O halde bu değerli mahluku herkesin sevmesi gerekmiyor mu? Peki niçin insanlara karşı gerekli muhabbeti gösteremiyoruz? Diğer varlıkları rahatlıkla ve içtenlikle sevdiğimiz halde insanda niçin zorlanıyoruz?
Demek ki, o insanın kendi iradesini yanlış kullanarak yaptığı “çirkin, bayağı ve zararlı işler” sevgimizin önüne perde oluyor.
Cemali (güzelliği) seven insan fıtratı, çirkin ve pis işler peşinde koşan insanı artık sevemiyor.
Kemale meftun olan insan vicdanı, pespaye, yakışıksız ve bayağı davranışlardan nefret ediyor.
İhsana minnettarlık duyan, teşekkür eden insanoğlu kendisine zarar veren, kuyusunu kazan, aleyhinde çalışan kişilere düşman kesiliyor. Allah Resulü (asm) “İnsan ihsanın kuludur.”
buyurmakla kalpler arasında sevgi bağı kurmanın en güzel bir reçetesini de sunmuş oluyor.
Madem ki, insanın yaratılışında ihsana karşı perestiş vardır, geliniz birbirimize ihsan ederek, yardım ederek, iyilik ederek kalplerimiz arasında bir muhabbet köprüsü kuralım.
Herkes güzel işler yapmak, mükemmele doğru koşmak ve başkalarına yardım elini uzatmakta yarışsalar, insanların birbirlerin sevmeleri kendiliğinden gerçekleşecektir. Aksi halde, ideolojik telkinlerle ve hayalî propagandalarla bu sonuca ulaşmak mümkün olmaz.
Nur Külliyatında denildiği gibi: “İnsan, kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.” (Sözler, 358)
Burada önce varlık alemini niçin sevdiğimizin felsefesi yapılmış, “İnsan kainatın meyvesi olduğu için ağacını sever.” mesajı verilmiştir. Bir meyveyi şuurlu kabul edelim. Bu meyve, asılı olduğu dalını da sever, ondan çıkan yaprakları da, çiçekleri de sever. Bu sevgi akışı daldan gövdeye doğru ilerler ve köke kadar uzanır.
İnsan da kainat ağacının meyvesidir. Gökler ve yer, denizler ve karalar, hava ve su, kısacası bütün bir âlem ilâhî kudret ve iradeyle, sonsuz bir rahmet ve inayetle bir araya getirilmiş, bir ağaç halini almışlar ve bu ağacın en mükemmel meyvesi insan olmuş. Onun için insan bütün bir tabiatı sever.
Demek oluyor ki, insanlar tabiatı sevdikleri gibi birbirlerini de sevmelidirler, çünkü aynı ağacın meyveleridirler. Ayna anne babadan gelenlerin kardeş olmaları ve birbirlerini sevmeleri, koruyup gözetmeleri gibi aynı ağacın meyveleri olan insanlar da birbirlerini sevmeli ve saymalıdırlar.
Şu var ki, tabiatı her şeyiyle en güzel şekilde sevsek, insanlara karşı da sevgi hissimizi en cömert biçimde sarf etsek bile bütün bunların bir sınırı var, bizdeki muhabbet kabiliyeti ise sonsuz.
Her şeyiyle sınırlı olan insanoğlunun sonsuz olduğu tek saha “muhabbet.” Görmemizin bir sınırı, bir haddi var. Her şeyi göremediğimiz gibi sürekli görmekten de yoruluruz, uyuma ve dinlenme ihtiyacı hissederiz. Yememizin, içmemizin, işitmesinin de sınırları var. Anlamamız da öyle. Aklımızın ulaşamayacağı çok uzak ve çok ince hakikatler olduğu gibi, zihnimiz için de bir yorulma söz konusudur.
Bir konuda elli dakikadan fazla düşündüğümüzde yoruluruz, hayalimiz bizi başka sahalara çekip dinlendirir. Ama muhabbet öyle değil. Sevmekte yorulma yoktur. Nihayetsiz kemal sahibi olan Rabbimiz bizim kalbimizi de bu sonsuz kemale muhabbet edecek bir yaratılışa sahip kılmıştır.
İşte insan, kalbindeki muhabbet kabiliyetini yerinde kullandığı takdirde, önce o sonsuz cemal, kemal ve ihsan sahibini sevecek, sonra bunların tecelli ettiği aynalar konumunda olan varlık âlemine sevgi besleyecektir.
O zaman bu ikinci sevgi de bir mükemmeliyet kazanacak, üstün bir keyfiyete bürünecektir. Bu konuda Risale-i Nur Külliyatında,“Ni’metin lezzeti içinde o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp lezzeti, birden yüz derece yapabilirsin.” denilir ve bir padişahın ihsan ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinden daha fazla bir “iltifat-ı şahane” lezzeti bulunduğu nazara verilir.
Bir meyveyi sadece lezzeti ve faydası için sevmekle Allah’ın bir ihsanı, bir hediyesi olarak sevmek arasında uzun bir manevi mesafe vardır. Birincisinde dildeki tat alma duygusu tatmin edilirken, ikincisinde kalbin ve ruhun manevî hazları söz konusudur.
İşte gerçek insan sevgisi ve hakiki hümanizm insanoğluna bu ulvi zevkleri tattırmaya çalışmaktır.
İnsan o zaman yükselir, insan o zaman güzelleşir ve insan ancak o zaman gerçek manada sevilir ve sevdirilir.
Alaaddin BAŞAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo