Bu yüzden İslam kâinatta ki zerreden kürreye her şeyi isimlendirip sınıflandırmış ve bir görev, bir payda dağılımında bulunmuştur.
İnsan ilişkilerinden, hayvan hukukuna, nesnel varlıkların kullanım haklarından, hissi olan her şey için bir tanımlamada bulunup, onun kendi doğal sınırlarını tayin etmiştir.
Nitekim bir ferde zekât düşebilmesi için Kuran bir takım ölçütler öngörmüştür. Ancak bu ölçütler meydana geldiğinde bir yükümlülük söz konusudur. Mümindeki tatil anlayışı da tıpkı zekât gibi bazı ölçütlere (kıstaslara) bağlıdır. Bu da ancak tatil yapmak gibi bir eylemin insan için gerekliliği söz konusu olduğunda meşruiyet kazanır; gayet ki, belirli sınırlara riayet edildiği takdirde dünya nimetleri her mümin için kendisine helal kılınmıştır ve bu Allah’ın kullarına bir lütfüdür. (Bakara 2/168)
İnsan nefsinin arzularına hizmetkâr değil, ancak onun hukukunu korumakla mükelleftir. Örneğin nefsini terbiye etmek adına normal günlük işlerini göremeyecek derecede kişinin kendini aç bırakması İslami değildir. İslam bunu öngörmez ve yasaklar. Bu yüzden Müslüman her zaman şunu düşünmelidir: “Allah bana kendi evimde, kendi iş ortamımda, yürüdüğüm, alışveriş yaptığım sokakta ne kadar yakınsa, yapacağım tatil içinde o kadar yakındır” düşüncesinde olmalıdır.
Böyle bir düşünce ile tatile çıkan kişi, hem gittiği yerde lüks harcamalarda, gereksiz masraflarda bulunmaz; hem de haram sınırlarını gözeterek mahremiyet sınırlarına da riayet etmiş olur. Bînihaye dünya denilen meta yurdunda (Mümin 40/39) sürekli devam eden bir imtihan içerisindeyiz. Bu yüzden yapacağımız tatil, bu devam eden imtihana bir ara vermek değil; bilakis Allah’a olan kulluk bilincimizi her yerde yapabileceğimizin ispatı olmalıdır.
Efendimizin hayatındaki davranış öğelerini kendimize rehber almayı hedeflemiş bir ümmet olarak, yapmamız gereken İslam’ın emirlerini adeta imbikten su damıtırcasına kendi hayat prensiplerimizin içine akıtmaktır. Nasıl ki sahabe efendilerimiz Hz Peygamber’in yaşamını kendilerine örnek almışlarsa, bizlerin de yine bir sahabe hassasiyetinde Hz Rasulullah’ın uygulamalarını kendi hayatımıza tatbik ederek selem(cennet) yurduna gidebileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bu vesile ile gerek ailemiz, gerekse arkadaşlarımız ya da akrabalarımız ile gittiğimiz tatillerde zaman zaman olur ki gaflet içerisinde değerlendirilen sözler sarf etmiş, malayani şeyler konuşmuş olabiliriz. Lakin Kur’an’ın ruhi tecessüm giydiren o elbisesini giyerek o sohbetten kalkarsak, böylelikle, zihnimizin yorgunluğunu alan o sohbetleri de birer ibadette çevirmiş olabiliriz.
Mümin Beyaz Elbise Gibidir
Müslüman nasıl ki, yaşadığı, hayatını idame ettirdiği sokağında, caddesinde, mahallesinde, şehrinde Allah ve Resulünü anlatmakla mükellefse (emr-i bi-l maruf nehyi an-il münker) yine gittiği tatil yerinde de bu vazifesi devam eder. Belki tatile giden birçok insan tatile yüklediği anlamdan ötürü rehavete kapılıp günlerini gaflet içerisinde geçiriyor olabilir. Bu yüzden bizlere düşen görev mümin kardeşlerimize ilahi görev ve sorumluluklarını hatırlatmaktır veya dini yaşantımıza olan hassasiyetimizle örnek teşkil edebilmektir. Örnek olmak müminin sıfatlarındandır ki, mümin gittiği her yerde beyaz bir elbisedir. Çabuk fark edilir ve konuştuğunda ise çabucak tesiri dokunur.
Tatile çıkmadan önce evlerimizde birkaç gün önceden bir telaş başlar. Eksiğimizi gediğimizi tespit ederiz; var mı diye? Eğer ki tatil programımız içerisinde mangal yapmak varsa o mangalı körükleyecek yelpazeye kadar tedarik ederiz ki, hiçbir gereksinimi elde etmek bizi yormasın, rahatımızı kaçırmasın... İşte nasıl ki insan, gideceği tatil için yanına götürecekleri şeyler konusunda bir plan program yapıyorsa, “tatilde ibadetlerimi daha rahat nasıl yerine getirebilirim” şeklinde düşünerek de bir tatil programı yapmalıdır.
Kişi, “tatilimi ibadetlerime nasıl uygun hale getirebilirim” bunu düşünmelidir. Nasıl ki, tatil kendimize ayırdığımız bir zaman dilimine işaret ediyorsa, bu aynı zamanda Rabbimizle o kurbiyeti daha fazla sağlayabileceğimiz zaman dilimleri haline de getirebilmeliyiz. Çünkü insan kendisine verilen zamanı neyle tükettiğinden hesaba çekilmeden ilahi sorgusu sona ermeyeceği için, bu soru kendisine elbet bir gün sorulacak düşüncesiyle, zamanını kayıt altına alıp değerlendirmelidir. Şu bilinmeli ki, insan henüz tüketmediği ömrünün mirasçısı, geride bıraktığı ömrünün de müsrifçisidir.
Tatillerimiz, ömrümüzü cömertçe israf edeceğimiz yerler, zaman dilimleri değil; bilakis bize dünya nimetlerinden faydalanmamızı nasip ettiği için Rabbimize şükür vesilesi olması gerekir. Kaldı ki, İmam-ı Şafi Hazretleri'ne göre tatil, atıl kalmak, aylak gezmek de değildir. Tam aksine tatil, devamlı meşgul olduğundan dolayı usandığın işini bırakıp yeni bir işle meşgul olmak, yani usandığın bir işten uzaklaşıp usanmadığın yeni bir işe başlamak demektir.
İbadette Tatil Olmaz
Tatil yapacak mümin, gideceği beldelerdeki ibadet yerlerini, onların kullanılabilirliğini, tüm bunların hepsini önceden tespit ve tayin etmelidir. Aksi takdirde, “ben tatile geldim ama cami yoktu, namaz kılmak için uygun ortamım yoktu” veya “çok haram nazar vardı” gibi kelimeler mazeret teşkil etmez. Çünkü tatile çıkan Müslüman’ın öncelikli görevi, tatile gittikten sonra değil; tatile gitmeden seçeceği yeri belirlemesi ile başlar.
Bir fıkıh kaidesidir ki: “Yasak olan şeyler haramdır; harama götüren şeyler de haramdır.” Allah muhafaza, günah işlenmesinin fazla olduğu, hiçbir dini hassasiyetin gözetilmediği bir ortama bilerek gidip, daha sonra bundan iyi niyetli uzak durmaya çalışmamız, samimi bir yaklaşım değildir. Müminin tatil samimiyeti gideceği yeri tayin ile başlar ve oradaki yapacağı şeylerle devam eder.
Kâinattaki her şey kendi yaşamı müddetince bir sorumluluk içerisinde hareket ediyorken, yapacağımız tatillere sorumsuzluk anlamı yüklemek çokça yanlış olur. Nasıl ki bir ineğin “ben bir ay tatil yapıyorum, süt vermeyeceğim” demesi, abesle iştigal bir durum ise; bir kulunda Rabbine, ailesine, yaşadığı topluma karşı sorumsuzca “ben tatile gittiğim için kendime bazı şeyleri mubah kılıyorum, sorumluluklarıma, müminlik vazifeme biraz ara veriyorum” demesi de, bir o kadar müslümanca olmayan bir yaklaşımdır… Böyle bir tutum Allah’a karşı samimiyetimizi de sorgulanır hale getirir.
Peki, madem tatil yapacağız; bu tatilimizi nasıl mı ibadete çevirebiliriz?
Gittiğimiz dağ bayırda her gördüğümüz güzelliği, o güzelliğin sahibine teşekküre çevirebilirsek, o vakit tüm gezilerimiz bir tefekkür yolculuğu hükmüne geçmiş olur. Öyle ki, gittiğimiz o tatil yerlerinde her ortamda namazın vakti geldiğinde namazımızı orada îfa ettiğimizde, Allah’ın huzuruna mahşer günü secde edilen yerlerin çokluğuyla çıkmış oluruz.
Örneğin yüzerken, “efendimiz yüzmeyi tavsiye etmiş ve yüzmek sünnettir” niyetini içimizde barındırarak o suya girersek, o vakit yüzmemizi de bir ibadete çevirmiş oluruz. Dediğimiz gibi tüm bunları hayra ya da şerre çevirmek tamamen gidilecek tatile yüklediğimiz anlamla ilgilidir.
Son tahlilde, “ben en kalabalık tatil beldesine de giderim; en iyi şekilde de ibadetimi de yaparım” niyetini almışsanız, hemen o niyetinizi bozun, yeniden bir niyet alın. Nefsinize güvenerek niyet almayın; Allah’ın koyduğu emirlerdeki hikmetlere sarılarak bir yol haritası çizmeniz taraftarıyız.
İbrahim Arpacı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Yazma Kuralları !
1- Küfürlü, Sataşmacı, Spam veya Reklam İçeren Yorumlar Yapmamaya
2-Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına Spam veya Reklam İçeren Yorumlar olmamasına özen gösteriniz.
3- Her zaman nazik bir üslup kullanmaya dikkat ediniz.
4- Cevap yazma süresi değişiklik gösterebilir.
5- Yorumlarınız Yönetici Onayından Geçtikten Sonra Yayınlanacaktır.
6- Anlayışınız için TEŞEKKÜRLER..
Dost Yurdu Radyo